ÇEKİRDEK
BÖLÜNMESİ:
Çekirdek
bölünmesinde, serbest bir nötronla çarpışma sonucu atom
çekirdeği çeşitli parçacıklara ayrılır. Bütün bu
parçacıkların toplam kütlesi, başlangıçta hedef alınan
atom ile buna çarpan nötronun kütlesinden daha azdır.
Arasındaki fark enerji biçiminde açığa çıkar. Albert
Einstein belirledi ve E = mc2
formülüyle tanımladı. Bu formüle göre açığa çıkan
enerji (E), kaybolan kütle(m) ile ışık hızının karesini(c2)
çarpımına eşittir. Işık hızı (c) çok büyük
olduğundan, kütle kaybı çok küçük olsa bile açığa
çıkan enerji miktarı çok fazladır.
Atom
çekirdeği bölünebilen elementlere “Bölünebilir element”
denir. Doğada bulunan tek bölünebilir element Uranyum ’dur.
1938’de iki Alman bilimci Hahn ve Strassmann, nötronlarla
bombardıman ederek uranyum atomunu bölmeyi başardılar. Gene
Laman bilimci Meither ve Frisch ise uranyum çekirdeğinin iki
parçaya bölündüğünü kanıtladılar. Bir süre sonra bir
grup Fransız bilimci, çekirdek bölünmesi sonucunda yalnızca
daha hafif iki element ile çok miktarda radyoaktif ışıma
(radyasyon) değil, bunların yanında başka serbest
nötronlarında ortaya çıktığını buldu. Bu nötronların bu
kez çevredeki öbür uranyum atomların da bölünmesine yol
açacağını, böylece ortaya çıkacak yeni nötronların
bütün uranyum atomlarına yayılacak bir zincirleme tepkime
yaratabileceği ve sonuçta çok büyük bir enerjinin ortaya
çıkacağı anlaşıldı.
Çekirdek
bölünmesi sonucunda açığa çıkan enerjinin etkisiyle
parçacıklar çok büyük bir hız kazanır; bu parçacıklar
çevredeki maddelerin atomlarıyla çarpıştıkça yavaşlarlar
ve böylece hareket enerjileri ısıya dönüşür. Bu ısı
denetim altına alınabilir ve örneğin bir elektrik
santralindeki türbinlerin çalıştırılmasında
kullanılabilir yada atom bombası ve nükleer savaş
başlıklarında olduğu gibi büyük yıkama neden olabilecek
bir patlamayla çevreye salınabilir.
URANYUM
ÇEKİRDEĞİNİN BÖLÜNMESİ:
Uranyum
doğada iki ana biçiminin (izotopunun) bir karışımı halinde
bulunur. Bu karışımın % 99’dan çoğunu uranyum-238 (U-238)
% 1’den daha azını da uranyum-235 (U-235) oluşturur.
Buradaki rakamlar kütle numarasını, yani çekirdekteki proton
ve nötron sayılarının toplamını göstermektedir.
U-238’in çekirdeğinde üç nötron fazlası vardır ve bu
nedenle iki izotop farklı fiziksel özelliklere sahiptir.
Yalnızca U-235’in atomları bölünebilir; U-238’in
atomları ise doğurgandır yani kolayca bölünmeye uğramazlar
ama yüksek hızdaki nötronları soğurarak, daha ağır bir
element olan plütonyum-239 atomuna dönüşürler. Plütonyumun
bu izotopu ise bölünebilir özelliktedir. Hem uranyum, hem de
plütonyum nükleer reaktörlerde yakıt olarak kullanılır.
ÇEKİRDEK
KAYNAŞMASI:
Günümüzde kullanılan reaktörlerde ağır atomların parçalanmasıyla açığa çıkan çekirdek bölünmesi enerjisinden yararlanılmaktadır. Ama çekirdek kaynaşması yani hafif atomların çekirdeklerini bir araya getirip kaynaştırarak ta nükleer enerji elde edilebilir. Güneş ve başka yıldızların enerjisi bu tür bir tepkimeden kaynaklanır; çekirdek kaynaşması hidrojen bombasının da temelini oluşturur. Çekirdek kaynaşmasına dayalı enerji santrallerinde, tepkimenin güvenilebilir ve denetlenebilir koşullar altında gerçekleştirilmesi gerekir.
En
iyi sonuç veren kaynaşma iki hidrojen izotopu (Döteryum ve
Trityum) arasında gerçekleşenidir. Döteryum ve trityum
çekirdekleri kaynaşarak, bir helyum çekirdeği ile birlikte
bir nötron oluştururlar ve bu sırada devasa miktarda enerji
açığa çıkar. Deniz suyu sınırsız bir döteryum
kaynağıdır; trityumda, gene bol bulunan ve hafif bir element
olan lityumdan elde edilebilir.
Ne
var ki, çekirdek kaynaşmasını gerçekleştirmek çekirdek
bölünmesini gerçekleştirmekten daha zordur. Bu güçlük,
içerdikleri protonlar nedeniyle artı elektrik yüklü iki
çekirdeğin birbirini kuvvetle itmesi ve bir araya çok güç
getirilebilmelerinden kaynaklanır. Bu doğal engeli aşmak için
iki çekirdeğin hızla birbirlerine yaklaştırılması gerekir,
bunu gerçekleştirmenin bir yolu, gaz halindeki yakıtı
ısıtmaktır. Eğer bir gaz yeterince yüksek bir sıcaklığa
kadar ısıtılırsa, atomlarındaki elektronlar çekirdeğin
çekim etkisinden kurtulabilecekleri bir hıza ulaşır ve
serbest kalırlar. Böylece, elektriksel olarak nötr durumda
bulunan gaz, hızla hareket eden yüklü parçacıklardan oluşan
ve plazma denen bir yapıya dönüşür. Plazma ne denli sıcaksa
çekirdeklerde o ölçüde hızlı hareket eder.
Normal
hava yoğunluğunu yüz binde birinden daha az bir yoğunluğu
olan plazmanın içerdiği madde miktarı da doğal olarak çok
azdır. Eğer bu sıcaklık ve yoğunluktaki plazma bulunduğu
kapla temas ederse kabın duvarları erir, plazma soğur ve
tepkime durur. Sorun, sıcak plazmayı bulunduğu kabın
duvarlarından uzak tutmaktır.
Bu,
manyetik alanlardan yararlanılarak başarılabilir. Plazma
elektrik ile yüklü parçacıklardan oluştuğu için hem
elektriksel hem de manyetik kuvvetlerden etkilenir. Böylece
plazma manyetik alan yardımıyla, sınırlı bir bölgede
tutulabilir. Bunu gerçekleştirmek için, gaz, “halka”
(torus) denen, otomobil lastiği biçiminde ve bir dizi manyetik
bobinle kuşatılmış bir vakum kabına konur. İçinden
geçirilen elektrik akımı gazı ısıtır ve aynı zamanda da
bir manyetik alan yaratır. Dışta bulunan mıknatıslarla
birlikte bu alan, tepkimeye giren karışımı halkanın iç
duvarlarından uzakta tutar.
Plazma
uğraşılması oldukça güç bir maddedir; bu nedenle bilim
adamları bir başka çekirdek yöntemi araştırmaya
girişmişlerdir. Üzerinde çalışılan yöntemlerden biri Laser
Füzyonu dur; bu yöntemde çekirdekleri kaynaştırılacak
maddeler (Döteryum yada Trityum) güçlü bir laser bombardımanına
tutulur. 1989’da gerçekleştirildiği ileri sürülen bir
başka yöntem de soğuk füzyon dur. Bazı bilim
adamları hiç ısı kullanmadan lâboratuarda bir kap içinde
döteryum-döteryum kaynaşması sağladıklarını
açıklamışlarıdır. Ama bu yöntemin geçerliliği hâlâ
tartışmalıdır.
Çekirdek
kaynaşması araştırmaları 1950’lerden beri sürmektedir. En
geniş deney projelerinden biri Avrupa’da Avrupa Atom Enerji
Topluluğunun (Euratom) denetiminde yürütülmektedir. Bu
projenin merkezi İngiltere’de Oxfordshire’daki Culham’da
kurulu olan jet reaktörüdür. Buna benzer reaktörler ABD,
Rusya ve Japonya’da da kurulmaktadır.
Çekirdek
kaynaşması tepkimesiyle üretilebilecek enerji miktarı,
çekirdek bölünmesiyle elde edilenden çok daha büyüktür.
Eğer füzyon güvenli bir biçimde gerçekleştirilebilirse,
geleceğin füzyon reaktörleri çok az nükleer yakıta
gereksinim gösterecek ve o ölçüde az atık üretecektir.